Giriş: Sorunsalın Tespiti
Günümüzde “demokrasi”nin en iyi ve hatta yegâne iyi yönetişim biçimi olduğu ve ideal siyasal düzenin ancak demokratik ilke ve kurumlar üzerine inşa edilebileceği yönünde neredeyse evrensel bir mutabakatın varlığından söz edilebilir. 2000’li yılların başında kaleme aldığı bir çalışmasında, demokrasinin artık “siyasal meşruiyetin zorunlu bileşeni” haline geldiğini ve “demokratik ideaya bağlılığın” tüm dünyada neredeyse tartışmaya kapalı bir siyasal erdeme dönüştüğünü söyleyen Ian Shapiro, mesela, liberallerden muhafazakârlara, meritokratlardan eşitlikçilere, milliyetçilerden kozmopolitanlara, çok kültürcülerden tek-kültürcülere kadar uzanan geniş bir yelpazede demokrasiye açıktan tavır alma cesareti gösteren herhangi bir siyasetçiye rastlamanın pek mümkün olmadığını savunur (2003:191).
Ne var ki demokratik ideanın küresel hâkimiyeti ve buna paralel olarak pratikte 1970’lerin ortalarından itibaren yükselen ve günümüze değin de etkisini sürdüren “üçüncü dalga” demokratikleşme süreci, doğal olarak, “demokrasi” kavramının yeniden tartışmaya açılmasına neden oldu. Zira demokrasinin bu kadar yaygın bir şekilde taraftar bulması ve bu kadar farklı tecrübeyle birlikte anılması kavramın da içinin boşalmasına ve sınırlarının muğlaklaşmasına sebebiyet verdi. Özellikle de demokratik rejim formunu benimsemiş pek çok ülkede fiiliyatta otokratik siyasetin varlığını halen sürdürüyor olması ve hatta bazı örneklerde daha da derinleşmesi demokrasi ile iyi-yönetişimin özdeşliğine dair soru işaretlerini gündeme getirmişti. İşte bu duruma tepki olarak 1990’larda sadece sürece ve formel mekanizmalara odaklanan demokrasi anlayışının arzu edilir olmadığı, demokrasinin aslında “liberal değerleri” ihtiva etmesi gerektiği yönünde özellikle Anglo-Sakson dünyada kuvvetli bir bilinç gelişti. Tartışmayı yeniden alevlendiren Fareed Zakaria, mesela, Batı’da 20. yüzyıl boyunca demokrasi dendiği zaman aslında “liberal demokrasi”nin kastedildiğinin, bunun da “sadece özgür ve hakkaniyetli seçimler demek olmadığının, bunun yanı sıra hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ve ifade, toplanma, din ve mülkiyet alanlarındaki temel özgürlüklerin korunması” anlamına geldiğinin altını çizme gereği duymuştu.