T. Hobbes’tan C. Schmitt’e İktidarın Gerilimleri

M. Ertan Kardeş

M. Ertan Kardeş



Thomas Hobbes’un “Öğretiyorum ama boşuna” serzenişi birçok usta düşünürün kaygısını dile getiren bir ifadedir.1 Ancak felsefe tarihi, onun boşuna uğraşmadığının kanıtıdır. Modern ve çağdaş politik felsefe tartışmalarını Hobbes kavramsallaştırmaları olmaksızın takip etmek pek mümkün görünmüyor. Politik bir düşünür olarak Carl Schmitt, Hobbes’la arasındaki tüm kavramsal ayrışmalara karşın onun yapıtında kristalleşen önemli gerilimleri yetkinlikle fark eder. Bu yazıda kısaca Schmitt’in politika kavrayışı açısından Hobbesçu gerilimlerin niçin önemli olduğuna değinilecektir.2

Carl Schmitt’in Der Begriff des Politischen (1932) metninden3 beri “politik-olan” ve “politika” ayrımı bir polemik kavram olarak çağdaş politik felsefede ciddi bir yer tutar. Schmitt politik-olan kavramını, politikadan ayırt ederek, onu politikayı mümkün kılan çatışma ve antagonizmalar düzeyinde kavrar. Politik-olanın bu çerçevede kendisine özel bir alanı yoktur; oysa politika her seferinde politikanın hangi “alanda” yapılacağına dair bir belirlenimdir. Politik-olanın bir cevheri yoktur, herhangi bir ilişki biçimi kamusal düzeyde indirgenemez antagonizmalar üretebilir. İndirgenemeyen antagonizmalar, çatışma figürleri ve kamusal düşmanlık fenomenleri politik-olanı işaret eder. Böylelikle politika bu çatışmacı biraradalık koşullarının kurumsallaşmasına dair kurucu kararın ve kurulmuş mekanizmaların bütünüdür. Karar alma bu haliyle politik-olanın imkânları içerisinde politik varoluşu tayin etme eylemidir. 

Bu ayrım ışığında bakıldığında politik-olan indirgenemeyen, dinamik, çatışmacı bir sürecin sürekliliğine, politika ise yön bulmaya, karar almaya, kurumsallık tayin etmeye vurgu yapar. Buradaki esas gerilimi, politik-olanın indirgenemezliğini politikanın (karar, kurum, yapı) kapatma arzusunda aramak gerekir. Şüphesiz totaliter politik eğilimler, politik-olanın kapatılmasına girişirler ancak bu kapatma arzusu sadece totaliter eğilimlerde yoktur. Çağdaş post-politik tavırları (örneğin M. Thatcher’ın “Başka alternatif yok” söylemini) ya da bunun aksi gibi duran ama düzenin sürekliliği açısından tamamlayıcı özellikler taşıyan pre-politik faaliyetleri (örneğin bir kısım araştırmacının “popülist” bir kısmınsa “faşist” ya da “neofaşist” olarak adlandırdığı hareketlerin neoliberal çağda neoliberalizme tepkiymiş gibi giderek güçlenmesini) de politik-olanın kapatılması girişimi olarak değerlendirmek gerekir. Politikanın, politik-olanın sonunu ilan etmesi patolojiler üretir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun