Okulsuz Toplum’dan Homo Academicus’a Akademi Üzerine

Dursun Çiçek

Dursun Çiçek



Genelde eğitim kurumları özelde ise üniversiteyle ilgili tartışmalar insanın olduğu yerde öncelikli ve canlı olarak devam eder. Çünkü ne adına ve niçin eğitildiğiniz neliğinizi ve kimliğinizi tayin eder. Bizim üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda (1980’ler) modern okulların mütedeyyin insanları nasıl dönüştürdüğü, bozduğu ve kendine yabancılaştırdığı konuşulur, modern okullara ihtiyatla yaklaşılır, geçici bir çıkış olarak da imam–hatip okulları, Yüksek İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri tercih edilirdi. Hatta biraz daha ötesinde üniversitelerin gerekli olup olmadığına dair tartışmalar bile yapılırdı. Bazı cemaatler kendi eğitim kurumlarını kendileri oluşturdu. Ivan İllich’in Okulsuz Toplum’u henüz çevrilmemişti ama modern eğitimin gereksizliği, ayartıcılığı, yabancılaştırıcılığı hususunda uzun süren tartışmalar yapılırdı. Kaldı ki o dönemde bırakın üniversiteyi çocuklarını yeni süreç tarafından bozulmasın diye lise ve ortaokula bile göndermeyen aileler fazlasıyla mevcuttu. Çünkü toplumun bir kesimi sadece üniversiteyi değil ilkokul, ortaokul ve liseyi de dönüştürücü, modernleştirici, “bizi geleneğimizden, dinimizden” uzaklaştırıcı bir aygıt olarak görürdü. 

Ancak 1980 sonrası “dindarlaşma” biçimi modern bağlama eklemlenince bilhassa eğitim ve öğretimin önemi, okumanın kutsallığı, kitabın ve kültürün yeniden keşfi muhafazakâr kesim arasında daha da yaygınlaştı. Söz konusu dönemde modernleşme/liberalleşme süreciyle birlikte muhafazakâr ve orta kesimdeki gelir artışı hem okullaşma sürecini hızlandırırken aynı zamanda muhafazakâr zenginlerin özel okul ve üniversiteleri kurmasına da neden oldu. Okullaşmalar vasıtasıyla aslında orta sınıf ve muhafazakâr aile çocukları kamusal alana geçiş yaptı. 

Aslında tüm bu olanlar okulun ve akademinin dönüştürücülüğünün göstergesiydi. Akademi hem alt, orta sınıfları kamusal alana ve iktidara taşırken aynı zamanda hem sınıfları hem de iktidarı dönüştürüyordu. 

G

enelde eğitim kurumları özelde ise üniversiteyle ilgili tartışmalar insanın olduğu yerde öncelikli ve canlı olarak devam eder. Çünkü ne adına ve niçin eğitildiğiniz neliğinizi ve kimliğinizi tayin eder. Bizim üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda (1980’ler) modern okulların mütedeyyin insanları nasıl dönüştürdüğü, bozduğu ve kendine yabancılaştırdığı konuşulur, modern okullara ihtiyatla yaklaşılır, geçici bir çıkış olarak da imam–hatip okulları, Yüksek İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri tercih edilirdi. Hatta biraz daha ötesinde üniversitelerin gerekli olup olmadığına dair tartışmalar bile yapılırdı. Bazı cemaatler kendi eğitim kurumlarını kendileri oluşturdu. Ivan İllich’in Okulsuz Toplum’u henüz çevrilmemişti ama modern eğitimin gereksizliği, ayartıcılığı, yabancılaştırıcılığı hususunda uzun süren tartışmalar yapılırdı. Kaldı ki o dönemde bırakın üniversiteyi çocuklarını yeni süreç tarafından bozulmasın diye lise ve ortaokula bile göndermeyen aileler fazlasıyla mevcuttu. Çünkü toplumun bir kesimi sadece üniversiteyi değil ilkokul, ortaokul ve liseyi de dönüştürücü, modernleştirici, “bizi geleneğimizden, dinimizden” uzaklaştırıcı bir aygıt olarak görürdü. 

Ancak 1980 sonrası “dindarlaşma” biçimi modern bağlama eklemlenince bilhassa eğitim ve öğretimin önemi, okumanın kutsallığı, kitabın ve kültürün yeniden keşfi muhafazakâr kesim arasında daha da yaygınlaştı. Söz konusu dönemde modernleşme/liberalleşme süreciyle birlikte muhafazakâr ve orta kesimdeki gelir artışı hem okullaşma sürecini hızlandırırken aynı zamanda muhafazakâr zenginlerin özel okul ve üniversiteleri kurmasına da neden oldu. Okullaşmalar vasıtasıyla aslında orta sınıf ve muhafazakâr aile çocukları kamusal alana geçiş yaptı. 

Aslında tüm bu olanlar okulun ve akademinin dönüştürücülüğünün göstergesiydi. Akademi hem alt, orta sınıfları kamusal alana ve iktidara taşırken aynı zamanda hem sınıfları hem de iktidarı dönüştürüyordu. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun