Üniversite Sorunu: Varlık, Bilgi, Bilim

Tahsin Görgün

Tahsin Görgün



1.

Türkiye ve İslam dünyası bir buçuk asırlık bir süredir yaşadığı olağanüstü şartları aşarak normalleşmenin yollarını ararken, bu arayışta kendisine bilgiyle refakat edecek en önemli kurum/müessese üniversite olmak durumunda. Üniversite normalleşmeyi hem hazırlama hem planlama hem de icra sürecinde, sürecin hem başında hem yanı başında hem de son ucunda durmak zorundadır.

Yakın bir zamana kadar maruz kaldığı süreçte, uluslararası topluma entegre olarak ayakta kalmaya çalışan devlet veya devlet benzeri yapıların bir kurumu olarak İslam dünyasında üniversiteye biçilen misyon “toplumu medenîleştirme” ve bu süreçte “devletin ihtiyaçlarını” karşılama olduğu için, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma yolunda, medenî olarak nitelenen toplumların birikimini öğrenerek nakletme vazifesi başarı ile ifa edildi. Buradaki başarı kısaca iddiasız bir şekilde idare–i maslahat olarak taayyün etti.

Ancak bu durum, varoluş ve bilgi cihetinden “gelişmiş” olduğu söylenen toplumlara ve devletlere bağımlılık ve bundan kaynaklanan ikinci sınıf bir konum icap ettiği için, bu varoluş şeklinin olağan bir durum olmadığı hem Müslümanlar hem de diğerleri tarafından bilinmekteydi. Bu şartlar olağan dışı şartlardı ve olağan dışı şartların geçici bir durum teşkil ettiği açıktı. 

Olağan dışı şartların oluşması esasında siyasî ve ekonomik sebeplerle alakalı olsa da, bunun belirli bir süre varlığını sürdürmesi, bilgi ve söylem üstünlüğünü iktiza ediyordu ve bilgi ve söylem üstünlüğünü hem sağlamanın hem de sürdürmenin yolu, sistematik bir şekilde bilgi ve söylem mekanizmalarını yönetmekten geçiyordu.

İslam dünyasında üniversite ve genel olarak eğitim sistemi, sömürgeci merkez ülkelerin bilgi ve söylem üstünlüğünü muhafazanın vasıtası ve vasatı olarak kullanıldığı sürece, toplumda kendini ikinci sınıf konumunda görme doğallaşmakta; bunun neticesinde yapısal olarak bilgi ve söylem mekanizmalarına hükmedenler, ekonomik ve siyasî süreçleri de istedikleri şekilde yönlendirebilmekte idiler.

Normallik, kendi maddî ve manevî/epistemik gücü ile kendi varlığını temin edebilmek, yani tam istiklal demektir.  Ancak son yüz, yüz elli yılda siyasî istiklalin yavaş yavaş, en azından Türkiye’de muhafazası sonrasında, diğer bölgelerde de adım adım ve belirli sınırlara riayet ederek kazanılması ve kazanımların da muhafazası başarıldı. Bununla birlikte ekonomik ve sosyal alanda varlığın muhafazası ve inkişafı cihetinde yapılması gereken önemli işler olduğu, istiklal talepleri arttıkça, kendisini daha fazla hissettirmektedir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun