Bilme faaliyeti, oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir ve pek çok işlev şeklinde kendisini gösterir. İslam düşünce geleneğinde filozoflar; görme, işitme ve koklama gibi dış duyular ile hiss–i müşterek, hayal, vehim, hafıza ve hatırlama gibi iç duyuların aklın bilme faaliyetini icra etmesini sağlayan güçler olduğunu düşünür. Bu görüşe göre insan dediğimiz şey, gerçekte nefs veya Türkçe’de daha yaygın kullanılan adıyla ruhtur. Nefs veya ruh, aklî bir cevherdir ve temel özelliği bilmektir. Fakat onun bilme işlevi, kuvveleri aracılığıyla işlevselleşir. Aklî bir cevher olduğundan doğrudan cismanî veya duyulur nesneleri idrâk edemez, iç ve duyular yardımıyla cismanî nesnelerle irtibat kurabilir. Dış kuvveler, nefsin varlığının bir parçası değildir. Bu sebeple kuvvelerin yitimi, nefsin o kuvve yardımıyla gerçekleştirdiği fiilin de yitmesine yol açar. Mesela hiss–i müşterek yitirildiğinde nefs, dış duyulardan gelen algıların birliği ve sürekliliğini kavrayamaz. Fakat burada önemli bir ayrıntı gözden kaçırıldığında nefs ve kuvveler ilişkisi anlaşılamaz. Nefs, insan varlığının kendisi olup bütün diğer iç ve dış duyular muhtelif araçlar olduğundan nefs ile irtibatı olmadığı takdirde herhangi bir duyunun idrâkinden de söz edilemez. Diğer deyişle göz görürken gören gerçekten göz aracılığıyla nefstir, kulak işitirken gerçekten kulak aracılığıyla işiten nefstir, vehim tevehhüm ederken onun aracılığıyla tikel anlamları idrâk eden nefstir vs. Nefs ile irtibatı kesildiğinde iç ve dış duyular idrâk faaliyetini gerçekleştiremez; zira duyular, idrâkin öznesi değildir. Bu demektir ki, nefsin bilmekten ibaret olan aslî işlevi, aynı zamanda nefsin kendisiyle özdeştir. Bilmenin iptali nefsin kendisinin de lağvedilmesi demektir. Lakin bu aslî bilme işlevi, kendisini hafıza, hatırlama, vehmetme, hayal etme ve diğer güçler aracılığıyla gösterir. Bu işlevlerden hiçbiri, bilmenin kendisine özdeş değildir ama bilmenin tahakkuk ettiği muhtelif durumlardır. Kuşkusuz bunlardaki eksiklik, ortaya çıktığı yaş seviyesine göre, bilme işlevinin vüsatını etkiler, alanını daraltır. Fakat bir cevher olarak nefs ve onun kendisi nedeniyle gerçekleştirdiği bilme, bu işlevlere indirgenemez. Bu anlamda bilme veya daha dakik ifadesiyle biliş, bütün tezahürleri aşkın bir şeydir.