Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
[…]
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
—İsmet Özel, Sebeb–i Telif
Cemil Meriç, Türk aydınının doğuya olan husumetine rağmen zaman zaman vakitsizce gelen doğu iştiyakını şu şekilde izah eder:
Şark düşmanı intelijansiyamızın, Şarklı bir hakîme karşı beslediği bu derin muhabbeti nasıl izah edeceğiz? Avrupa’ya olan sadakatiyle. Zira, şairlerimizin terennüm ettiği bu Zerdüşt, Avrupalı bir Zerdüşt’tür.1
Tanzimat sonrası Türk aydını uzun bir süre dünyaya Batı dolayımıyla baktı. Batı’nın ilgileri, ürettiği bilgi ve söylemler daha genelde İslam dünyasının gündemini keskin şekilde belirledi. Artık Batı dolayımını aşma çabaları kendini güçlü şekilde gösterse de bu durum henüz yaygınlık kazanmış değil. Thomas Bauer’in Müphemlik Kültürü ve İslam başlıklı eserinin Türkiye’deki alımlanma biçimi, hâlâ Batı dolayımının izlerini taşıyor. 2011’de Almanca yayınlanan eser, 2019 yılında Türkçeye tercümesinin ardından Türkiye’de –bazı eleştiriler hariç2– farklı kesimlerce hüsnü kabul gördü. Öyle ki Bauer’in kendilerine sert tenkitler yönelttiğinin bilerek ya da bilmeyerek farkında olmayan tarihselci ya da modernist çevreler bile –kendi marjinal konumlarına müphemlik çatısı altında yer açmak arzusuyla olsa gerek– eseri takdir etmekten geri durmadılar.3
Bauer modern dönemde radikalleş/tiril/en İslam’ın ve Müslümanların, dünyadaki sorunların kaynağı değil bilakis Batı kaynaklı müphemlik hoşgörüsüzlüğünün mağduru ve sonucu olduğunu ustalıkla tespit ediyor. Ona göre, yüzyıllar boyunca Batı, izhar etmeye utandığı fakat bir türlü de bastıramadığı heveslerini mevhum bir doğu imgesi üzerinden dışa vurdu. Doğudaki insanlar, kendilerine dokunmadıkları müddetçe buna pek aldırmadı. Ne zaman ki Batı sanayileşme ve kapitalizmle birlikte ötekini sömürmeye ve sömürgeleştirmeye girişti, Doğu artık Batı’dan azade değildi; bilakis onun nesnesine dönüşmüştü. Artık Doğu–Batı ilişkisi Bauer’in eş zamansızlık fenomeni olarak adlandırdığı bir döngüye girmişti. Bir yandan Batı’da üretilen değerleri içselleştirmeye çabalayan Doğu, henüz bu süreci tamamlamamışken Batı, kendi içindeki hesaplaşmaların bir sonucu olarak sürekli yeni değerler üretmekte ve kendisinin eski halini Doğu aynasında gördükçe ondan, yani kendinden iğrenmektedir.